5 Ağustos 2014 Salı

Siber yaşamlar


Dijital dünya var olduğu günden bu yana kağıt kaleme daha az değer verir olduk. Seksenli yaşlardaki dedelerimizin, ninelerimizin de bilgisayar başına geçebilir hâle gelmesiyle bu konuda yaşanılan kuşak çatışması tamamen ortadan kalktı ve her yaştan insan birer dijital kişilik oluverdi. Yakında kare kare görünmeye başlayacağız diye korkuyorum. Şaka bir yana, ciddiyet öbür tarafa; özellikle ülkemizde gelenek denildiğinde vazgeçilmez değerler akla geliyorsa bu yeni dijital çağa çabuk adapte olmamız hayretle karşılanası.

Ülkemizde de fütürizm, nam-ı değer gelecekçilik akımının temsilcilerinden olan Ufuk Tarhan’ın bir söyleşisinde, henüz başlamadan önce erken gidip şahsen konuşma fırsatını yakalayıp “ama kütüphaneler” diyorum, yok olmamalılar; dijital çağın benim gözümde en ağır götürüsü olabileceğini düşündüğümden. O ise buna karşılık olarak sobada kestane pişirmenin de güzel olduğundan ama artık tarihe karıştığından bahsediyor. Kağıdın bu dünyadan yok olacağına inanmak garip bir duygu. Ama söyleşiye girmemle çıkmam arasında uçurum oluyor. Çünkü hazırlanan sunum günümüzden yaklaşık iki yüz yıl sonrasını öngörecek şekilde yapılmış ve orada dinlediklerim neredeyse gezegen değiştirmekte olduğumuz izlenimini uyandırsa da kağıt kaleme olan aşkımı dindirmeye yetmiyor.

Her ne kadar biz tablet bilgisayarlarla büyümekte olan bir yaşındaki bebekler gibi basılı dergideki bir resmi büyütmeye çalışma ihtiyacı duymuyor olsak da yaşantımız bu örnek durumdan pek farklı değil. Ülke olarak alışkanlıklarımızdan kolay kolay vazgeçemiyoruz. Herkes tarafından rağbet edilen bir şeyi benimseyip alışkanlık hâline getirmekte de üstümüze yok. Bilgisayar hayatımızın en gerekli parçalarından biri olabilir ancak onu hizmet ettiği amaçlar doğrultusunda fayda sağlayacak biçimde kullanmayı öğrendiğimizde hayatın ne kadar gerçek ve yaşanılası olduğunu fark edebiliriz. Çünkü zaten o uzun yıllardır hayatımızın yeteri kadar içinde ve öyle kalmaya da devam edecek.

Kitap kokusu ve dokusuyla iç içe büyüyen bir nesil olarak dijital kitaplara alışamadık. İnsan en çok da bir kitapçıda kitapların içinde kaybolup hayattan soyutlanabildiğini gördüğünde anlıyor bunu. Yalnızca görmekle yaşamak arasında dünyalar kadar fark var. Dijital dünyada ise bazen sadece görebildiklerimizle yetinmek zorunda kalıyoruz da yaşamayı es geçmiş oluyoruz. Nitekim henüz kitaplardan kopmamış olmak, en azından bizim gibi “y nesli” olanlar için umut verici.

Y nesli şu anda lise veya üniversite çağından başlayıp orta yaşlara yaklaşmakta olan kesim. Dünyadaki insanlar kuşaklara ayrıldığında aradaki farklılığın en çok hissedildiği nesil çünkü o. Bağımsız bir nesil. Değişime gelişim döneminde tanıklık etmiş olma açısından kendimizi hem bizden öncesine hem de bizden sonrasına ait hissetmemiz doğal. Örneğin ders çalışırken bile önümüzde hem bilgisayar hem de yazılı materyal bulunduruyoruz. Televizyon izlerken sebepsiz yere eski programlara özlem duyuyor, arkadaşlıklarımızı genel manada sosyal ortam üzerinden yürütüyoruz. Ama her şeyi bir kenara bırakıp bütün bu dijital ortamdan kopup uzak diyarlara gitme isteği çoğumuzun aklında bir ütopya olarak kalacak belki ömür boyu. Buna karşılık bir sonraki nesil dünyaya ne kadar hayalperest bakıyorsa biz de bir o kadar durağan ve kabullenmiş bir vaziyetteyiz. Ancak aklımıza uymayan bir durum olduğunda ne konuda olursa olsun tepkimizi gösteriyoruz. Çünkü doğuştan bir adalet duygusu empozesi mevcut içimizde. İş odaklı olduğumuzdan çalışma saatlerimizin sınırlı olması bağlayıcı bir durum olmaktan çıkıyor; bu bağlamda günümüz ve gecemizin pek belirgin olduğu söylenemez. Ne yapacağımızın söylenmesinden hoşlanmıyor, belki de bu yüzden kendi işini kurma hayali içinde yaşıyoruz. Aslına bakınca ciddi manada problemli bir nesil değil aksine kuşak çatışmalarını görüp hatta bizzat içinde bulunup bunları kontrol altında tutma kapasitesine sahibiz. Önceki nesille birlikte 2000 kuşağının ebeveyn adayları olduğumuz düşünülürse dünyanın daha ılımlı ve daima iyiye giden bir biçimde evrilmesini sağlamak için kayda değer bir engel yok görünüyor.

Kısaca dijital dünyanın nimetlerinden en verimli şekilde yararlanıp onu doğru anlama ve anlatma konusunda en önemli görev belki de biz “Y kuşağı” na düşüyor. Altın kelimeler gençlik ve dinamizm ise bunu yapabilecek akıl ve gücün yetersiz olması işten bile değil.

Ceren Türkay